25 Kasım 2014 Salı

"Bu arada kendimle kalınca sakin ol diyorum ama ne zamana kadar.
Bu kaçıncı gecedir kendi kendime onunla konuşuyorum. Geçmiş acılı günlerin tartışmasını yapıyorum. Anlatıyor ve bütün yanlış anlaşılmaları, haksızlıkları düzeltiyorum. Onları yeni baştan yaşanacak bir zamanın önüne getiriyorum. Konuşuyorum onunla. Boş zamanlarımda da değil. Günlük çalışmalar sırasında ama gören olmuyor bu yaptığımı. Dış görünüşüm ele vermiyor beni.
Kısa ya da uzun yürüyüşlerde oluyor nedense daha çok. Bir dalgınlığa koyulma gibi başlıyor. Arkadaşlarımı bilmiyorum ama yürüyüşler çok verimli benim için. Hem dışarda görünüyorsun hem içeriye kaybolabiliyorsun. Ayak seslerinin biraz arkasında az bir gayretle bir benzemeden dolayı başka bir ses duyulmaya başlıyor. Adi adıma geçilince bir çözülme, ayak seslerinin birbirine ve oraya buraya çarpması, bir dağınıklık başlıyor. Ama biraz dikkat edilince o dip sesin kaybolmadığını, görünüşte sadece beraberliğin bir parça dağıldığını, zira işin içine sesin sahiplerinin mizaçlarının karıştığını, bir nevi cezbenin başladığını görüyorum. Kendime dair düşüncelerim kayboluyor. Ve bu mizaçların sahiplerine, yüzlerine bakıyorum. Tanıyorum bu insanları. Ve görüyorum ki seslerine sahip çıkıyor değiller. Ve bilmiyorlar. (.....) Ve daha bir çok günlük olay ve eşyanın hemen arkasında kullanmakta olduğum zamana en yakın bir içimde beraberliklerimizi düşünüyorum. Haşa, "marifet" bu olsaydı derecemle övünürdüm. -Bir gün biri çıkar, insanları ölçmek için meslekleri ne olursa olsun aşık olup olmadıklarını sorarsa, anlamaya muvaffak edildiği bir ince güzelliğin hakkını kullanıyor demektir.
Elimizdeki bütün işleri bırakıp, evlerde, parklarda, yollarda öbek öbek toplanıp ve dağ başlarında bir araya gelerek omuz omuza yaslanarak düşünelim.
Hiç aşık olduk mu?
Neye aşık olduk?
Onu nasıl karşıladık?
Onun ilk niyetiyle donduk kaldık mı yoksa ilk nimet gözlerimizi onun gizlediği daha büyük bir nimete mi açtı.
Ve ikincisi üçüncüsüne
ve böylece
gide gide
gerçek marifetle gelebildik mi içiçe.
Oysa ben neler düşünüyorum. Diyorum ki gururumun bu kadar incinmesine dayanmamalıydım. İşte başıma gelen. Daha başlangıçta takılıp kalmışım bile. Böyle olacağına, insan, arkasının gelmeyeceğini bile bile, bir kaç zavallı lirasını ihtiyacı olanlarla bölüşebildiğini düşünüp böbürlensin daha iyi.
Niye yazıyorum ki bunları.
İçimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. Açıp gösterelim. Yine de anlatıyoruz ama. Bizi fark edince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım.
Gelecektim. Ama daha bir kötü hatıram olsun istemedim. Ona böyle yazdım. Merhametle bakarak gülümsedim. Görünüşü acımayı da zorlaştırıyor insana.
Nereye varacağı belli olmayan kendi sağlığım taşınmaz bir yük oluyor. Hayret o da gülümsüyor. Yine demiyorum. Bakıyor. Fakat bu defa sanki o değil.
Peki ben kimim?!" (Yaşamak, 120) Cahit Zarifoğlu


resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
resulullah yolda ebu bekir'i görse 'es selamu aleyküm ya sıddık' derdi,
ben yolda ebu bekir'i görsem tanımam.
resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.


resulullah azrail'i yolda görse tanırdı;
ben azrail'i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah'ın resulü; fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki 'kızım ha gayret!';
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki 'anneciğim ölmesen...'

ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki 'anneciğim seni ben...';
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz

resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf...

resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü.
Resulullahla Benim Aramdaki Farklar - Ah Muhsin Ünlü


Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil


Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
..
//Cemal Süreya


Danışanlarım terapi seanslarında ağladıkları zaman genellikle şöyle bir cümle geliyor; "Kusura bakmayın, böyle ağlayacağımı bilmiyordum..." ya da gözleri yaşardığında bunu saklamak için bir süre mücadele edip, sonra kendini bıraktığında; "Lütfen kusura bakmayın" şeklinde bir rahatsızlık belirtiyor. Ağlamanın utanç verici bir durum olduğunu öğrenmişiz ya da özür dilenmesi gereken bir ayıp...


Erkek çocuklarına; "Karı gibi ağlama" diyen ebeveynler olursa ilerde sevgilisinin, karısının, arkadaşının ağlamasına nasıl empati yapsın ki bu çocuklar? Kendi duygusu anlaşılmayan birisinin, üstelik bu duygularını bastırıp, istifledikçe kendi duygularına bile yabancılaştığını düşünürsek, nasıl olacak ki karşısındakine sarılıp, okşayıp ; "Anlat bana gözyaşların ne diyor?" diye davranabilmesi. Ya aşağilayacak karşısındakini, ya da ya da yokmuş gibi davranıp görmezden gelecek.

Kadın veya erkek farketmez, ağlayan bir insandır ve ağlayan kişi bize bir şey söylemek istemektedir; "Çok canım yanıyor, üzülüyorum, yaşadığım duygunun ağırlığına dayanamıyorum, çok kırılıyorum gibi..." Ya da; "anlaşılmak istiyorum" gibi... Bir birikimin sonucunda duygusal ve fiziksel olarak rahatlamak ihtiyacı doğmuştur ve boşalmak da istiyor olabilir; elini tutup rahatlamasını sağlamak, "Benimle konuşmak ister misin ?" demek, omuzuna yaslamak, duygularını açmasını sağlamaya çalışmak ne iyi olur...

Zaten ağlamak ille de gözden yaş akarak olmuyor Victor Hugo' nun dediği gibi; "Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?" İnsan içine içine de ağlar ama o zaman da içine dert bağlar!

Ağlayan kişiye yakın durmak hem size onu anladığınız için, hem de karşı tarafa anlaşıldığı için iyi hisettirir. Yani kısaca; "Ağlamak, çoğu zaman iyileştirir..."

Ruşen Nur Arıkan


Çok yalnızım, mutsuzum
Göründüğüm gibi değilim aslında
Karanlıklarda kaybolmuşum
Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır
Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara
Kimse duymuyor çığlıklarımı
Duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor
Bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım
Ümidimi yitirmişim
Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim
Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye
veda edeceğim.


Nilgün Marmara.


İfade edilmemiş duygular asla ölmez, sadece diri diri gömülür ve sonradan korkunç şekilde tezahür ederler.

*Sigmund Freud

Bastırılan, ifade edilmeyen duygular tamamlanmamış, yarım kalmış işler gibidir. Sonradan çok daha komplike biçimde karşımıza çıkabilirler. Duygularımızı bastırmak depresyon, anksiyete gibi durumlara yol açabileceği gibi, psikosomatik yakınmaları da beraberinde getirebilir.


Sebepsiz olduğunu düşündüğünüz ya da anlam veremediğiniz ağrılarınız var ise, kaslarınızda sürekli gerginlik hissediyor, sabahları yorgun kalkıyorsanız ve bu durum iki haftadan uzun süredir devam ediyorsa bir uzmana danışmanızda fayda olabilir. Unutulmamalıdır ki ruh ve beden sağlığı bir bütündür.


Tam böyle her şey tamam diyorsun, benim hayatım artık iki kişilik diyorsun ve iki kişilik düşünmeye başlıyorsun ama sonra ne oluyor biliyor musun?

"Gidiyor."

Böyle dıral dedenin düdüğü gibi kalıyorsun. Şimdi o gidiyor ya, ikiden bir çıkınca ne kalır, bir kalır değil mi? Öyle değilmiş işte, yarım kalıyormuşsun..


Leyla İle Mecnun


DETERMİNİZM Mİ, ÖZGÜR SEÇİM Mİ?

Freud’un insan doğasına yaklaşımı, deterministtir çünkü davranışların, şu anki amaçlardan ziyade geçmiş olaylar tarafından şekillendirildiğine inanır. Şimdiki davranışlarımız üstünde hiç kontrolümüz yoktur ya da çok az kontrolümüz vardır. Çünkü insanlar, yok edici memnuniyet için sömüren vahşi yaratıklardır. Davranışlarımız, şu anki bilincimizin ötesine geçen bilinçdışı isteklerimizle şekillenir.


*Prof.Dr. Ahmet ÇELİKKOL'un "Freud Kuramı Ne Kadar Haklı?" isimli yazısından.


Çok geç diye bir zaman yoktur!.. Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra;

“Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz” dedi.. Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu.. Döndüm.. Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu..


“Ben Rose” dedi..

“Benim adım Rose, yakışıklı.. 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.

“Güldüm.. “Tabii” dedim..

“Hadi sarıl bana..”Öyle sımsıkı sarıldı ki “Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin” diye şaka yaptım… Minik bir kahkaha ile yanıtladı:

“Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..”

Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık.. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestre boyunca Rose kampüsün gülü oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. iyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu..

Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu.. Sömestre sonunda, Futbol balosuna davet ettik, Rose’u.. Konuşma yapması için.. Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok.. Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde budeste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi..

“Ne kadar beceriksizim, değil mi?.. Özür dilerim.. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz.. şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil.. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?..” Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı: “Yaşandığımız için, evlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz.. Evlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır.. Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak.. Bir rüyanız olmalı mutlaka.. Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.

Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.. Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz.. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır.

Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir. Asla pişman olmayın.. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü..

Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır.. Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır..”

Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi..

Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü.

Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.

“Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını” hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu.. Rose’un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:

“Çok geç diye bir zaman yoktur!..

(Anonim)


Ağaca Bağırmak

Solomon adalarında yaşayan yerlilerin ilginç bir ağaç kesme yöntemi olduğunu biliyor muydunuz? Elektronik testere gibi teknolojik nimetlerden mahrum olan yerliler, baltayla kesemeyecekleri kadar kalın bir ağacı üfleyerek deviriyorlarmış… Evet, yanlış duymadınız, üf-le-ye-rek. Baltayla deviremeyeceklerini düşündükleri ağacın karşısına hep birlikte dizilip bir ağızdan ağaca kötü sözler fısıldıyorlarmış. Bunu yaparken her bir ağacın içinde bir ruh taşıdığına inanıyorlarmış. Kötü fısıltıların bu ruhu güçlendirip ağacı terk etmesini bekliyorlarmış. Ve haklı da çıkıyorlarmış. Bir süre sonra ağaç kurumaya yüz tutuyor, ardından da devriliyormuş…


İnanamayabilirsiniz…

Ancak Solomon adası yerlilerinin ağacın içinde farz ettiği ruhun insanlarda da olduğuna bir inanabilsek… Ve onları baltadan çok kötü sözlerin devireceğine…

Söz baltadan daha yaralayıcı olmalı…

Charles Bukowski

Biliyor musun çıtır çıtır kırdılar beni. Artık ne olursam olayım, asla eski ben olamayacağım. Gördüğü kötülüklerden sonra, eskisi gibi bakamayacak kadar değişti gözlerim. Tenimin dokusu değişti ve asıl tuhafı, ellerim yaşlandı bak!


Antisosyal Kişilik Bozukluğu

Çocuklukta veya ergenlik başlarında ortaya çıkan ve erişkinlik yıllarında devam eden, başkalarının haklarını dikkate almama veya ihmal etme gibi yaygın bir davranış örgüsüyle tanımlanan bir rahatsızlık. Belirgin davranış özelikleri arasında nezaketsizlik, tekrarlanan yalan söyleme, hırsızlık, kalıcı ve sevgiye dayalı ilişkiler kuramama, sıkıntıya gelememe, suçluluk, pişmanlik, empati duygularından tamamen yoksunluk, sorumsuzluk, acımasızlık, dürtüsellik, tecrubeden veya cezadan ders çıkaramama, engellenmeye dayanamama, sadakatsizlik, şiddet eğilimi vb. sayılabilir. Bu tipler genellikle sosyalleşmemiş olsa da, sosyal becerileri çok gelişmiştir ve bunu başkalarını istismar etmek ve kendi çıkarlarına göre yönlendirmek için kullanırlar. Belirtiler erken yaşta başlasa da, bu teşhisin konulabilmesi için kişinin en az 18 yaşında olması ve 15 yaşından önce tavır bozukluğu teşhisi konulmuş olması gerekir.


Film Onerileri;

*Reservoir Dogs
1992, Suç/Gizem/Gerilim, 99 dk.
Yönetmen: Quentin Tarantino

Filmin Kısa Özeti: Hepsi tehlikeli birer suçlu olan ve birbirlerine "Bay Sarışın", "Bay Mavi" ya da "Bay Turuncu" diye hitap eden çete üyeleri bir elmas toptancisini soyarlarken yakalanırlar. Birbirlerini daha önce pek tanımayan, mayfa babasi Joe tarafından bu işi yapmak üzere bir araya getirilmiş suçlulardır. Alarm çalmadan önce polis baskınına uğradıkları için aralarindan birinin köstebek olduğuna inanirlar ki ilerleyen zamanlarda bu şüphenin yersiz olmadığı ortaya çıkar. Daha önce hırsızlık, cinayet gibi suçlar işlemiş olan çete üyeleri birbirlerini öldürmekten çekinmez ler.

*American History X
1998, Suç/Dram, 119 dk.
Yönetmen: Tony Kaye

*A Time to Kill
1996, Suç/Dram/Gerilim, 149 dk.
Yonetmen: Joel Schumacher

*Bad Lieutenant
1992, Suç/Dram, 96 dk.
Yönetmen: Abel Ferrara

*Cape Fear
1991, Dram/Gerilim, 128 dk.
Yönetmen: Martim Scorsese

*Copycat
1995, Suç/Gizem/Gerilim, 123 dk.
Yönetmen: Jon Amiel

*Monster
2003, Biyografi/Suç/Dram, 109 dk.
Yönetmen: Patty Jenkins

*Natural Born Killers
1994, Suç/Dram/Romantik, 118 dk.
Yönetmen: Oliver Stone


"Ben ihtiyaç duyulmak istiyorum. Benim birisinin
hayatında vazgeçilmez olmaya ihtiyacım var. Bütün boş vaktimi, egomu ve dikkatimi yiyip bitirecek
birine ihtiyacım var. Bana bağımlı birine. Karşılıklı
bağımlılığa…"


Chuck Palahniuk, Tıkanma

Yaşar Kuru

HORMONLU EBEVEYNLİK YAPMAYIN
• Çocuğunuzun gözünde, aşırı büyümeyin…
• Çocuk, şöyle düşün-me-melidir:
- “ Benim annemin elinden her iş gelir…”,
- “ Babamın üstesinden gelemeyeceği zorluk yoktur…”,
- “ Sen biliyon mu…benim babam bana her şey alabilir…”,
- “ Ben ne istersem, bizim evde o mutlaka vardır…”,
- “ Bizim soframızda her türlü yemek bulunur…”,
- “ Babam istesin, uçak bilem alır…”,
- “ Ben, babamın yanlış yaptığını hiç görmedim…o her şeyi bilir…”,
- “ Babamın sözü her yerde geçer…”…
• Doğrusunu isterseniz çocuklar;
- Küçük yaşlarda, ebeveynlerinin bu şekilde olmalarını çok isterler.
- Hatta; buna benzer cümleleri, uydurup uydurup söyleyebilirler…
- Her fırsatta, arkadaşlarına caka satmaya bayılırlar.
• İşte;
- Anneler-babalar, onların böylesine övünmeye dönük yönlerini törpüleyip köreltmelidir. Çocukların hayallerine cevap verme yarışına girmemelidir.
- Çünkü çocuklar; sizin zayıf yönlerinize tanık olmazlarsa, - beceriksizliklerinize, acizliklerinize değil elbette-, sizi gözlerinde kat kat büyütürler.
- Ne zamana kadar?
- İlk çocukluk sonrası döneme kadar.
• İlkokuldan itibaren olan evrede:
- Çaresizliklerinize, yetemediklerinize, zayıf ve güçsüz yönlerinize…
• Kısacası, sıradan bir insan oluşunuza tanık olmaya başladıklarında, çocukların hayallerinden şunlar geçer:
- “ Yok ya…annem hiç de göründüğü gibi değilmiş…”,
- “ Babama baksana…boşuna gözümde büyütmüşüm onu…”,
- “ Meğer onlar da “sıradan” insanlarmış…”,
- “ Onu soruyorum bilmiyor…bu nedir diyorum, şimdiye kadar duymadım diyor…”,
- “ Annemden dün baklava-börek istedim…yapamazmış…işi çokmuş…yetişemezmiş…”,
- “ Babama, arkadaşlarımla “at binmeye” gideceğimizi söyledim…kıyameti kopardı…neymiş, o kadar para veremezmiş…”,
- “ Bir spor ayakkabımın bile markalısını alamıyorlar…”,
- “ Sınıfta herkesin akıllı telefonu var…evde söyleyecek oldum, pişman ettiler insanı…”,
- “ Neymiş efendim…o kol saatine o kadar para mı verilirmiş…elalem nasıl veriyor…”,
- “ Öf ya…bıktım şunlardan…her şeye mazeret…”,
- “ Sanki milletin anesi-babası uzaydan geldi…”,…
• Şimdi siz bana şunu söyleyebilirsiniz:
- “ Derse desin hocam…hiç umurumda değil…”,
- “ O istiyor diye kendimizi mi harap edelim yani…”,
- “ Kızar…bağırır…susar…”,
- “ Çok çok, kapıları çarpıp sokağa fırlar…”…
• Keşke o kadar basit olsa…
• Çocuk;
- Başkalarının annelerine-babalarına…arkadaşlarının ailelerine…güçlü-zengin insanlara “özenti” geliştirmeye başlayacaktır…
- “ Ne varsa onlarda var…”, dedi mi bir kere; annesiyle, babasıyla, ailesiyle olan bağlarında çatırdamalar başlayacaktır.
- Gerisini, siz benden daha iyi biliyorsunuz…
• Şimdi, hak verdiniz mi bize bilmem:
- Ne olursunuz…doğal…tabii anneler babalar olun…
- Küçük yaştaki çocuklarınız için, gücünüz yetse dahi, lüzumsuz harcamalar yapmayın…
- Çocuğunuzun nazarında, çok bilmiş…çok güçlü…süper baba…ne yapar yapar, annem halleder…tipten ebeveynler olmayın, derken kastettiğim buydu…

Yaşar Kuru

ARANIZI SIMSICAK TUTUN
• Çocuğunuza;
- Kendisini çok sevdiğinizi söylemeyin; “hissettirin”,
- Ona ne kadar değer verdiğinizi anlatmayın; “gösterin”,
- Tıpkı, eşinize karşı böyle davranmanız gerektiği gibi…
• Çocuğunuz şunu “iliklerine” kadar hissedebilmelidir:
- “ Ben, ne kadar yaramazlık yapsam da, bu iki insan beni çok seviyor.”,
- “ Yemeğimi bitirmesem de, bana bu evde baskı yapılmaz.”,
- “ Evde kaza ile kıymetli eşyalara zarar vermiş olsam bile, annem bana bağırmaz.”,
- “ Derslerimi aksatsam da, ödevlerimi ihmal etsem de, annem-babam bana kızmaz.”,
- “ Bazı sınavlardan zayıf alsam da, notlarım düşük olsa, karnem berbat olsa da, beni kimseyle kıyaslamazlar, bana küsmezler…”,
- “ Her ne kadar, onların hayallerindeki gibi bir çocuk olamasam da, gönüllerindeki tahttan beni indirmezler.”,
- “ Zaman zaman anneme kızmış olsam da, ona öfkelensem de, bağırsam da, annem beni yine çok sever.”…
* Eşinizin de;
- Size karşı, buna benzer hislere sahip olmasına çalışmalısınız...
• Tüm bu düşünceler, çocuğunuzun bir süre sonra;
- Size “güvenmesini” sağlayacaktır.
- Size güvenen çocuğunuz, size bağlanacaktır.
- Size bağlanan çocuk, sizinle bütünleşecektir,
- Sizinle bütünleşen çocuğunuzun size ve ailesine karşı “aidiyet” duyguları gelişecektir.
• Sonra bakın neler olacaktır:
- İleriki zamanlarda; bazı konularda çocuğunuzla;,
- Sürtüşmeler yaşasanız dahi, onunla inatlaşsanız bile,
- Haklı direnmelerinizin karşısında,
- Uyguladığınız “pozitif” disiplin yüzünden…sizinle olan bütünleşmesi ya da “aidiyeti” zarar görmeyecek, bağınızın temelleri sarsılmayacaktır.
• Tüm bu kazanımlarınız;
- Onun, bebeklik ve ilk çocukluk dönemlerinde, sizin hakkınızdaki düşüncelerinin yukarıdaki gibi oluşmasına bağlıdır.
• Çocuğunuza karşı kullandığınız;
- Ültimatomlar, tehditler, korkutmalar, cezalandırmalar…onun algısında sizin, anne-baba olarak yansımasına engel olabilir.
- Bu nedenle sizi, farklı bir insan olarak algılamasına, size direnmesine, sözünüzü dinlememsine yol açabilir.
- Bu durumun ilk meyvesi ise, sizin hakkınızda güven duygusunu yitirmek olacaktır.
• Çocuğun; ebeveynine karşı olan “güven” kalesinin yıkılmasına sebep olan anne-baba tavırlarının bir başka versiyonu da, çocuğun, onların yalanlarına ve dedikodularına tanık olmasıdır.
- Siz siz olun, “şaka” yollu da olsa bu iki konudan uzak durmalısınız.

"Kafa" - Sarp Akkaya yazısından




ÖFKELENİNCE NEDEN BAĞIRIRIZ?

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.


Öğrencilerden biri: “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince
Ermiş: “Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız? ” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış:
“İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş:
“ Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin.Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”


''Güçlü bir hafıza en ağır cezadır.İşin kötüsü;iyi anları nadiren,kötü anları sıklıkla hatırlatır.''

Orhan Kemal

7 Kasım 2014 Cuma



''Üzüntü, özlem, yasama olan bu bağlılığımla nasıl çıldırmıyorum daha? Çok yalnızım, dilsizlerin yalnızlığına benziyor yalnızlığım, onun için hoş görün bu gevezeliğimi, dinleyecek birini bulunca boşalttım içimi, susamazdım daha... ''




-Dönüşüm / Franz Kafka


"Ben yalnızlığı sevmekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim"

-Oğuz Atay / Tutunamayanlar


"Öfkeliydim, kendime karşı öfkeli. Hep böyle olurum. Aylarca sessiz kalırım, neredeyse konuşmayı unutacak kadar, sonra birden baraj yıkılır ve ne varsa; neyi tutmuşsam her şeyi koyuveririrm, bitmez tükenmez bir gevezelik başlar ve daha susmadan pişman olurum."


-Amin Maalouf / Doğunun Limanları


"Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun."


-Khaled Hosseini / Uçurtma Avcısı


Antisosyal Kişilik Bozukluğu

Çocuklukta veya ergenlik başlarında ortaya çıkan ve erişkinlik yıllarında devam eden, başkalarının haklarını dikkate almama veya ihmal etme gibi yaygın bir davranış örgüsüyle tanımlanan bir rahatsızlık. Belirgin davranış özelikleri arasında nezaketsizlik, tekrarlanan yalan söyleme, hırsızlık, kalıcı ve sevgiye dayalı ilişkiler kuramama, sıkıntıya gelememe, suçluluk, pişmanlik, empati duygularından tamamen yoksunluk, sorumsuzluk, acımasızlık, dürtüsellik, tecrubeden veya cezadan ders çıkaramama, engellenmeye dayanamama, sadakatsizlik, şiddet eğilimi vb. sayılabilir. Bu tipler genellikle sosyalleşmemiş olsa da, sosyal becerileri çok gelişmiştir ve bunu başkalarını istismar etmek ve kendi çıkarlarına göre yönlendirmek için kullanırlar. Belirtiler erken yaşta başlasa da, bu teşhisin konulabilmesi için kişinin en az 18 yaşında olması ve 15 yaşından önce tavır bozukluğu teşhisi konulmuş olması gerekir.


Film Onerileri;

*Reservoir Dogs
1992, Suç/Gizem/Gerilim, 99 dk.
Yönetmen: Quentin Tarantino

Filmin Kısa Özeti: Hepsi tehlikeli birer suçlu olan ve birbirlerine "Bay Sarışın", "Bay Mavi" ya da "Bay Turuncu" diye hitap eden çete üyeleri bir elmas toptancisini soyarlarken yakalanırlar. Birbirlerini daha önce pek tanımayan, mayfa babasi Joe tarafından bu işi yapmak üzere bir araya getirilmiş suçlulardır. Alarm çalmadan önce polis baskınına uğradıkları için aralarindan birinin köstebek olduğuna inanirlar ki ilerleyen zamanlarda bu şüphenin yersiz olmadığı ortaya çıkar. Daha önce hırsızlık, cinayet gibi suçlar işlemiş olan çete üyeleri birbirlerini öldürmekten çekinmez ler.

*American History X
1998, Suç/Dram, 119 dk.
Yönetmen: Tony Kaye

*A Time to Kill
1996, Suç/Dram/Gerilim, 149 dk.
Yonetmen: Joel Schumacher

*Bad Lieutenant
1992, Suç/Dram, 96 dk.
Yönetmen: Abel Ferrara

*Cape Fear
1991, Dram/Gerilim, 128 dk.
Yönetmen: Martim Scorsese

*Copycat
1995, Suç/Gizem/Gerilim, 123 dk.
Yönetmen: Jon Amiel

*Monster
2003, Biyografi/Suç/Dram, 109 dk.
Yönetmen: Patty Jenkins

*Natural Born Killers
1994, Suç/Dram/Romantik, 118 dk.
Yönetmen: Oliver Stone


Aynı yalana binlercekez inandım. Tekrar durdum tekrar inandım. Fakat yine pişman olmadı yine aynı şekilde devam etti..

Eee sonra ne oldu , hayatımı dağıttı tozu dumana kattı gitti..


Ben ne mi yaptım...

Nerde mi hata yaptım...

Çok sevdim be çok sevdim...

Siz sevmeyin...

*İskowski / Pembe Bir Düş


* Mallarımız arttı,keyfimiz azaldı.
* Daha büyük evlerde ama daha küçük ailelerle yaşıyoruz.
* Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı.
* Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik.
* Çok para harcıyoruz ama az gülüyoruz.
* Varlığımızı arttırdık ama değerimizi yitirdik.
* Az kitap okuyor, çok televizyon izliyoruz.
* Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz.
* Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı.
* İlaçlar çoğaldı fakat hastalıklar arttı.
* Çok konuşuyor ama az gönül verip bol yalan söylüyoruz.
* Tanıdıklar arttı ama dostlar eksildi.
* Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla.
* Atomu parçaladık, ön yargılarımızı yıkamadık.
* Uzaya ulaştık ama kendi iç derinliklerimizden habersiziz.
* Aya kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza uğramak için üst kata çıkamıyoruz.
* Daha çok plan yapıyor ama daha az sonuç alıyoruz.


HAYATA YILLAR EKLEMİŞİZ AMA YILLARA HAYAT KATAMAMIŞIZ.

FARKINDA MIYIZ ?

____________________
Alıntı.


"Ruhum üşüyor; nasıl iyice örtünürüm bilmiyorum. Ruh üşümesine ne cüppe var ne palto. Ruhunun üşüdüğünü hisseden insan artık bir daha bunu unutamaz."

-Fernando Pessoa / Huzursuzluğun Kitabı
"Bu arada kendimle kalınca sakin ol diyorum ama ne zamana kadar.
Bu kaçıncı gecedir kendi kendime onunla konuşuyorum. Geçmiş acılı günlerin tartışmasını yapıyorum. Anlatıyor ve bütün yanlış anlaşılmaları, haksızlıkları düzeltiyorum. Onları yeni baştan yaşanacak bir zamanın önüne getiriyorum. Konuşuyorum onunla. Boş zamanlarımda da değil. Günlük çalışmalar sırasında ama gören olmuyor bu yaptığımı. Dış görünüşüm ele vermiyor beni.
Kısa ya da uzun yürüyüşlerde oluyor nedense daha çok. Bir dalgınlığa koyulma gibi başlıyor. Arkadaşlarımı bilmiyorum ama yürüyüşler çok verimli benim için. Hem dışarda görünüyorsun hem içeriye kaybolabiliyorsun. Ayak seslerinin biraz arkasında az bir gayretle bir benzemeden dolayı başka bir ses duyulmaya başlıyor. Adi adıma geçilince bir çözülme, ayak seslerinin birbirine ve oraya buraya çarpması, bir dağınıklık başlıyor. Ama biraz dikkat edilince o dip sesin kaybolmadığını, görünüşte sadece beraberliğin bir parça dağıldığını, zira işin içine sesin sahiplerinin mizaçlarının karıştığını, bir nevi cezbenin başladığını görüyorum. Kendime dair düşüncelerim kayboluyor. Ve bu mizaçların sahiplerine, yüzlerine bakıyorum. Tanıyorum bu insanları. Ve görüyorum ki seslerine sahip çıkıyor değiller. Ve bilmiyorlar. (.....) Ve daha bir çok günlük olay ve eşyanın hemen arkasında kullanmakta olduğum zamana en yakın bir içimde beraberliklerimizi düşünüyorum. Haşa, "marifet" bu olsaydı derecemle övünürdüm. -Bir gün biri çıkar, insanları ölçmek için meslekleri ne olursa olsun aşık olup olmadıklarını sorarsa, anlamaya muvaffak edildiği bir ince güzelliğin hakkını kullanıyor demektir.
Elimizdeki bütün işleri bırakıp, evlerde, parklarda, yollarda öbek öbek toplanıp ve dağ başlarında bir araya gelerek omuz omuza yaslanarak düşünelim.
Hiç aşık olduk mu?
Neye aşık olduk?
Onu nasıl karşıladık?
Onun ilk niyetiyle donduk kaldık mı yoksa ilk nimet gözlerimizi onun gizlediği daha büyük bir nimete mi açtı.
Ve ikincisi üçüncüsüne
ve böylece
gide gide
gerçek marifetle gelebildik mi içiçe.
Oysa ben neler düşünüyorum. Diyorum ki gururumun bu kadar incinmesine dayanmamalıydım. İşte başıma gelen. Daha başlangıçta takılıp kalmışım bile. Böyle olacağına, insan, arkasının gelmeyeceğini bile bile, bir kaç zavallı lirasını ihtiyacı olanlarla bölüşebildiğini düşünüp böbürlensin daha iyi.
Niye yazıyorum ki bunları.
İçimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. Açıp gösterelim. Yine de anlatıyoruz ama. Bizi fark edince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım.
Gelecektim. Ama daha bir kötü hatıram olsun istemedim. Ona böyle yazdım. Merhametle bakarak gülümsedim. Görünüşü acımayı da zorlaştırıyor insana.
Nereye varacağı belli olmayan kendi sağlığım taşınmaz bir yük oluyor. Hayret o da gülümsüyor. Yine demiyorum. Bakıyor. Fakat bu defa sanki o değil.
Peki ben kimim?!" (Yaşamak, 120) Cahit Zarifoğlu


resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
resulullah yolda ebu bekir'i görse 'es selamu aleyküm ya sıddık' derdi,
ben yolda ebu bekir'i görsem tanımam.
resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.


resulullah azrail'i yolda görse tanırdı;
ben azrail'i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah'ın resulü; fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki 'kızım ha gayret!';
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki 'anneciğim ölmesen...'

ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki 'anneciğim seni ben...';
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz

resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf...

resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü.
Resulullahla Benim Aramdaki Farklar - Ah Muhsin Ünlü


Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil


Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
..
//Cemal Süreya