İnsanlar acı çekmekten değil, onları egemenliği altına alan, onlara bu acıyı çektiren güçten yakınırlar.
Bir haksızlığa uğramanın acısı güçlendiren bir irkiltidir insan için -bir kış sabahı gibi. Canlılığımızı ve yaşama sevincimizi doruğuna ulaştırır, nesnelerle aramızdaki bağ açısından önemimizi bize yeniden kazandırır, bizi yüceltir; herhangi bir talihsizlik sonucu acı çekmekse sadece utanç verir insana.
Çok acı çekmiş olmanın karşılığı, sonradan köpekler gibi ölmektir.
Başkasından nefret eden bir insan hiçbir zaman yalnız değildir. Nefret ettiği insan her zaman onun yanındadır.
Gerçek kötülük başlangıcından beri kötü olduğu için daha da kötüleşmeyip kendi soysuzlaşması sonucu bir gün kuruyup gidecek birinden değil de, bir zamanlar iyi olmuş birinden gelir.
Hiçbir zaman öfkelenmeyen adamdan kendini koru.
Korktuğumuz şeyden, dolayısıyla kendimiz olabileceğimiz, bizimle belli bir yakınlığı olan şeyden nefret ederiz; çünkü herkes kendinden nefret eder.
Bir insanı küçük düşürmenin en korkunç yolu, onun acı çektiğine inanmamaktır.
Hepimiz kötü şeyler düşünürüz; ama pek seyrek kötülük yapabiliriz. Hepimiz iyi şeyler yapabiliriz; ama iyi şeyler düşünebilenlerimiz pek azdır.
Nefret her zaman kendi ruhumuzla bir başkasının bedeni arasındaki çatışmadır.
Bir şey bilmediğinin farkında olmak öğrenme isteğini içerdiğine göre, nefret de sevgiye susamışlıktan başka bir şey değildir.
İşimize geldiği zaman bağışlarız başkalarını.
Birisi bizi küçük gördüğü, aşağıladığı, bize uşak gibi davrandığı zaman ona bağlanır, ardını bırakmaz, elinden tutar ve büyülenmiş gibi onu yürekten kutsarız.
Savaş insanı barbarlaştırır; çünkü insanın bir savaşa katılabilmesi için kendisini her türlü pişmanlığa, inceliğe ve soylu değerlere karşı duygusuzlaştırması gerekir. İnsan sanki bu değerler yokmuşçasına yaşamak zorundadır ve savaş bittiği zaman o değerlere yeniden dönebilme gücünü de yitirmiştir.
"Adem iyilik ile kötülük arasındaki farkı bilmiyor değildi; böyle bir fark yoktu." (Leon Chestov)
Kötülük yapma isteği yeniyetmeliğe özgü bir şeydir. Bununla evrenin bir parçası olduğumuzu, beylik kısıtlamalara aldırmadığımızı kendimize kanıtlamak zorunluluğunu duyarız.
Hiç öfkelenmeyen insandan sakın; çünkü insan ancak kendini denetlemediği zaman içtendir.
Sonunda en değerli ve önemli saydığım şeylerin başlangıçta hiç de hoşuma gitmeyen ve beni tiksindiren şeyler olduğunu sık sık görmüşümdür.
Ancak kendilerine acımayan insanlara acırız.
Bir gün gelir canımızı yakmış olan bir insana, o insanın budalalığına karşı yalnız kayıtsızlık ve bıkkınlık duyarız. Bundan sonra bağışlarız onu.
"İyilik ile kötülük arasında bir seçim yapmanın gerekli olması, özgürlüğün zaten yitirilmiş olduğu anlamına gelir. Kötülük dünyaya nüfuz etmiş ve Tanrısal iyinin yanında yerini almıştır." (Leon Chestov)
Bizi sıkan insanlardan başka herkese acırız.
Tedirginliğimizin nedeni, tek gerçeğimiz olan kelimelere güvenmeyişimiz, henüz ne olduğunu açıkça bilmediğimiz bir öz arayışımız, kararsızlığımız, acı çekmemizdir.
En korkunç acı, acının dineceğini bilmektir.
Birinden öç mü alacaksın? Onu bağışlamış gibi davran; bırak, hayat öç alsın ondan. Senin düşmanından başkalarının öç alması kadar tatlı bir öç alma duygusu yoktur. Üstelik bunun sana iyi yürekli insan rolünü vermesi gibi bir yararı da vardır.
İnsan kendisinden nefret ettiği için başkalarından nefret eder.
Acı ne kadar ortaya çıkar ve kesinleşirse, yaşama içgüdüsü o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi zayıflıyor.
İnsanların hoşuna gitmek için onlardan her birinin gizli yaşamında elinin tersiyle itip nefret ettiği şeyleri yapmak gerek.
İster sevgiyle, ister nefretle; ama her zaman şiddetle davran.
Bir insanın hayatın tadını çıkarmasına, kıskançlık duymadan katlanamadığımızı kesinlikle söyleyebiliriz.
Her zaman insana acı çektiren bir şey vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.